“B” Harfi – Atasözü Açıklamaları / 3
Bir kötünün yedi mahalleye zararı dokunur (vardır).
Yalancı, düzenbaz, iffetsiz bir kimse sadece kendi çevresine zarar vermekle
kalmaz; kötülüklerini daha geniş çevrelere de taşır. Kendinin, yakınlarının,
çevresinin ve daha geniş muhitlerin adını lekeler; bu leke gittikçe yayılır.
Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır.
Küçük ve kıymetsiz gördüğümüz şeyler zaman gelir çok önem kazanır ve büyük iş
görebilir. Küçük bir somun parçası yüzünden bir dikiş makinesinin çalışmaması,
işlerin yatması mümkündür. Bu sebeple herhangi bir nesne, iş ya da olayı küçük
görmeyip önemle ele almak gereklidir.
Bir selâm bin hatır yapar.
Dinimizin bir emri olan selâm, bir bilgi ve sevgi belirtisidir. Dolayısıyla
gönül kazanmanın önemli bir anahtarıdır. Yakınlarımıza, arkadaşlarımıza, hatta
yabancılara bile vereceğimiz selâm onlarla aramızda bir yakınlığın doğmasına yol
açar; gönülleri birbirine yaklaştırır. Bu sebeple selâmlaşmayı ihmal etmemek
gereklidir.
Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, üçüncüde ele geçersin
çekirge.
Bir suçu işleyebilir, kanunsuz bir işi yapabilir ve yakalanmayabilirsin. Hatta
bunu birkaç kez de başarabilirsin. Ama bu böyle devam etmez, eninde sonunda
yakayı ele verirsin.
Bir sürçen atın başı kesilmez.
Kusursuz insan olmaz. Hemen her insan bir yanlışlık yapabilir. Bu bakımdan
sürekli iyi iş yapan, doğru yoldan çıkmayan, kişiliğini her yönüyle kanıtlamış
olan bir kimseyi, bir kez hata yaptı diye gözden çıkarmak, olumsuzlamak ve
cezalandırmak doğru değildir. Yapılacak şey, yalnızca uyarıda bulunmak
olmalıdır.
Bir şeyin önüne bakma, sonuna bak.
Kimi işler vardır ki iyi başlamamış ama iyi sonuç vermiştir. Üstelik başlamış
bir işte geri dönmek de zordur. Bu sebeple bize düşen yolumuza azimle devam
etmek, gereken çabayı göstermek, işi lâyıkıyla yapmaya çalışmaktır.
Bir yemem diyenden kork, bir oturmam diyenden.
Kimi insanlar vardır ki dedikleriyle yaptıkları birbirine uymaz. Kimi isteksiz
görünüp "yemem" diyen insanların isteklilerden daha çok yedikleri, kimi hevessiz
görünüp "kalamam" diyen insanların da diğerlerinden daha çok oturdukları, hatta
yatıya kaldıkları bile görülmüştür.
Bitli (kurtlu, çürük) baklanın kör alıcısı olur.
Değersiz, işe yaramaz, kötü şeylerin de müşterisi olur. Onları kimileri
anlamadığı, kalitesini bilmediği için alır; kimileri de kendileri bakımından
bizim kavrayamadığımız bir değer ifade ettiği için alır.
Boğaz dokuz (kırk) boğumdur (boğa boğa söyler).
Bir sözü düşünüp taşınmadan, içimizden geçirmeden, kendi kendimize ölçüp
tartmadan, doğuracağı sonuçları hesaplamadan, düzeltmeden söylememeliyiz. Ola ki
istemediğimiz bir sözü ağzımızdan çıkarmış olabiliriz. En doğrusu, uygun biçimi
bulduktan sonra söylemektir.
Bol bol yiyen, bel bel bakar.
Bugünün yarını da vardır. Savurganlık yapıp elindekini bol bol harcayan,
düşünceli davranıp ilerisi için bir şey bırakmayan kimse, yarın geçimini temin
edecek bir şey bulamaz. Başkalarına muhtaç olur, onun bunun eline bakar.
Borç iyi güne kalmaz.
Borçlu olan, borcunu hemen ödemenin yollarını aramalıdır. "Elim genişleyince,
ileride öderim" diye düşünmesi son derece sakıncalıdır. Çünkü gelecek günlerin
ne göstereceği belli olmaz. Eli daha da darlaşabilir. Dolayısıyla borcunu
ödemesi güçleşir, gün geçtikçe de borcu artar.
Borçlunun yalımı alçak olur.
Borçlu kimseler, borçlarını ödeyemedikleri için alacaklıları yanında rahat
olamazlar; başları yukarıda yürüyemezler, üzülüp incinirler, sanki suçlu gibi
dururlar, kendilerini ezik hissederler.
Borçsuz çoban yoksul beyden yeğdir.
Beyleri bey yapan cömertlikleri, ellerindeki varlıkları yoksullara
dağıtmalarıdır. Varlıksız, sıkıntı içinde yüzen bir beyin sadece adı kalmıştır.
Varlığı olmayan, yoksulları gözetme ve doyurma görevini yapamayan bir bey için
bu durum acı vericidir. Böyle bir konumda bey olmaktansa borçsuz, tasasız, kıt
kanaat geçinen bir çoban olmak daha iyidir. Çünkü, o yoksulluğa alışkındır.
Borçtan korkan kapısını geniş (büyük) açmaz.
Alacaklının yanında yüzü yerde olmak istemeyen, borç etmekten korkan kimse
tedbirli olur; masraflarını kısar, gelişigüzel harcamalar yapmaktan kaçınır,
kendine uygun bir yol seçip ona buna ziyafet vermekten uzak durur.
Borç uzayınca kalır, dert uzayınca alır.
Hemen her şeyin bir yapılma zamanı vardır. Borç da zamanında ödenmezse kişilerde
bir gevşeklik görülür, borçluluk duygusu zamanla azalır. Borç uzun süre ödenmez
olur, hatta hiç ödenmez bile. Dert de böyledir; zamanında önlem alınmaz ve
hastalık uzarsa, kişi sonunda güçsüz kalır; dayanma gücü kalmaz ve ölür.
Borç yiğidin kamçısıdır.
Birisine borçlanan, borcunu da ödemek isteyen kimse kendini daha çok çalışmak ve
kazanmak zorunda hisseder; bu yönde girişimde bulunur.
Bostan yeşil (gök) iken pazarlığa oturulmaz.
Ne olacağı, nasıl gelişeceği, nasıl sonuçlanacağı bilinmeyen bir konu, iş ya da
durum üzerinde anlaşmaya varılıp söz verilemez.
Boş çuval ayakta (dik) durmaz.
1. Karnı aç olan kimse, iş yapamaz. 2. Beceriksiz, deneyimsiz, bilgisiz kimse
bir iş tutunamaz. 3. Hiçbir tutamağı bulunmayan, gerçeklerden uzak, temelsiz
düşünce ya da plânlarla sonuca ulaşılamaz.
Boş fıçı çok (fazla) langırdar.
Gösterişe düşkün, bilgisiz, deneyimsiz kimse kendini ön plâna çıkarmak ve
bilgiçlik taslamak amacıyla çok konuşur; her sözün arasına girer,
etrafındakileri rahatsız eder.
Boş gezmekten bedava çalışmak yeğdir.
Boş olmak, hiçbir uğraşa girmeden gezmek insanı tembelliğe, miskinliğe
alıştırır. Öyle ki bu insanların kimisi can sıkıntısından ne yapacağını bilemez
olur, yanlış yola sapar, kötülüklere bile bulaşır. Parasız da olsa çalışmak, boş
oturmamak insanı hareketli ve canlı yapar; girişimcilik yeteneğini artırır, onu
geliştirir, zararlı alışkanlıklardan kurtarır. İleri de para kazanacağı bir iş
bulmasına da kapı aralar.
Boş torba ile at tutulmaz (Boş torbaya eşek gelmez).
1. Hiç kimse emeğinin boşa çıkmasını istemez, karşılığını mutlaka bekler. Bir
kimseye iş yaptırmak, onu bir yere bağlamak istiyorsanız, ona emeğinin
karşılığını da ödemek zorundasınız. 2. Hemen her iş çoklukla bir emek, masraf ve
fedakârlık ister. Bunları gösteriniz ki elde etmek istediğinize kavuşmanız
mümkün olsun.
Boynuz kulağı geçer (Boynuz kulaktan sonra çıkar ama kulağı geçer).
Eğitime sonradan da başlasa kimi yetenekli, becerikli, öğrenme ve kavrama gücü
gelişkin olan çırak veya öğrenci, ustasından ya da öğreticisinden daha ileri
gidebilir; onlardan daha başarılı olabilir.
Böyle gelmiş böyle gider.
Öteden beri süre gelen durum, kurulu düzen, halk arasında yaşayan gelenek ve
görenekler kolay kolay değişmez.
Bugün bana ise yarın sana.
Neyin ne zaman olacağı bilinmez; bu ister felâket, ister nimet olsun. Bugün ben
bir felâket ve haksızlıkla karşılaşmışsam, yarın da sen aynı durumla
karşılaşabilirsin. Bugün sen nimetler içinde bulunup mutluysan, yarın da ben
kavuşup mutlu olabilirim. Bunu aklından çıkarma.
Bugünün işini yarına bırakma.
Bir iş günü gününe yapılmalıdır. İşi yarına bırakmak kimi olumsuzlukları da
beraberinde getirir. Yarın daha önemli bir işin çıkmayacağını nereden
bilebiliriz? Diyelim ki çıktı, o zaman ne yapacağız? Kuşkusuz bugünkü işten önce
onu yapacağız, bugünkü iş de kalacak. Dolayısıyla işler birikmeye başlayacak,
çıkmaza girecek. Ayrıca bugün yapılması gereken işin sonraki güne bırakılmasıyla
önemini yitirmesi, istenen sonucu vermemesi de söz konusu olabilir.
Bugünkü tavuk yarınki kazdan iyidir.
Az da olsa bugün elimizde bulunan bir nimet, imkân ya da nesne, büyük de olsa
henüz elimize geçmemiş olandan daha daha iyidir. Çünkü henüz elimize geçmemiş
olan, ihtimal dahilindedir. Bir engel çıkıp onun elimize geçmesi
gerçekleşmeyebilir. Oysa ötekinin elimizde olması gerçekleşmiştir.
Buğday başak verince orak pahaya çıkar (kıymete biner).
Kimi zaman ortada duran, pek önemli görünmeyen şeyler kendilerine ihtiyaç
duyulunca çok değer kazanırlar. İsteklisi çok olan nesnenin fiyatı artar.
Sözgelimi yazın ortasında el sürülmek istenmeyen odun ya da kömür, kışa doğru
birden kıymet kazanır; ucuzken pahalı olur.
Buğdayım var deme ambara girmeyince, oğlum var deme yoksulluğa
düşmeyince.
Tarlada ya da harmanda duran, henüz hasadı yapılıp ambara girmemiş ürün bizim
sayılmaz. Çünkü bir yangın, bir sel, yağmur ya da başka bir felâket onun harap
olup yok olmasına yol açabilir. Anne ve babanın varlıklı olduğu günlerde oğulun
gerçek kişiliği ortaya çıkmaz. Ne zaman anne-baba yoksullaşır, işte o zaman
gerçek yüzü ortaya çıkar. Eğer oğul, anne-babasına karşı olan görevlerini yerine
getirmiyor, onlardan yardımını esirgiyorsa, ona iyi bir oğul denemez.
Buğdayın yanında acı ot da sulanır.
Mümkün olduğunca dikkatli olunup iyi ve yararlının yanında, kötü ve yararsızın
gelişip büyümesine fırsat verilmemelidir.
Bükemediğin eli öp.
Kendisiyle mücadele ettiğin rakibinin kuvveti, bilgisi ve becerisi karşısında
başarı gösteremeyip mağlûp olduysan rakibinin üstünlüğünü kabul et; bu onurlu
bir davranış olacaktır.
Bülbülü altın kafese koymuşlar, "ah vatanım" demiş.
İnsan, özgürlüğünü ancak vatanında bulur. Bu bakımdan vatan en değerli
varlığıdır insanın. Orda doğmuş, orda büyümüş, orda doymuş, orda tatmıştır
mutluluğu. Bu sebeple yurdundan uzakta yaşamak, ne denli bolluk içinde olursa
olsun insana zor gelir. Nasıl ki bülbül asıl vatanı olan yeşil tabiatı, kanat
çırpacağı mavi gökleri özleyip ister ve altın kafesten kurtulmaya çalışırsa,
insan da (hele bir de tutsaksa) özgür yaşayacağı vatanını ister ve hasretini
çeker.
Bülbülün çektiği dil (i) belâsıdır.
Bir karganın kafese konup beslendiği pek görülmemiştir. Ama bülbül için kafesler
sürekli yapılır durur. Bunun tek sebebi, sesinin güzelliğidir. O oldukça güzel
öter ve bunun için yakalanıp kafese konur. İnsanlar bundan ders almalıdır. Çünkü
düşünüp taşınmadan, sonunun nereye varacağını hesaplamadan sarf edilen sözler,
insanın başına dert açabilir. Dili yüzünden belâya saplanıp zarar görebilir.
Büyük balık, küçük balığı yutar.
Güçlü olan kendinden güçsüzü ya ezer, ya yok eder, ya da kendisine bağlı kılar.
Bu durum insan için olduğu kadar, ticarî işletmeler ve devletler arasında da
çoklukla söz konusudur. Kişiye düşen, yok olmamak için var gücüyle mücadele
etmektir.
Büyük başın derdi büyük olur.
Bir iş ne kadar büyükse çözüm bekleyen sorunları da o kadar
büyük olur. Dolayısıyla bir işletmeyi idare eden, bir toplumu yöneten,
kısacası büyük işlerin başında bulunan kimselerin de hem sorumlulukları, hem de
dertleri büyük olur.
Büyük lokma ye (de), büyük söz söyleme.
İnsan çoklukla nefsine yenik düşer. Kendini pek çok konuda ön plâna çıkarmak, ne
kadar becerikli ve akıllı olduğunu belirtmek ister. Bu durum onun
böbürlenmesine, "ben olsaydım öyle değil, böyle yapardım; şunu yapsaydı kötü
duruma düşmezdi; ben asla onun yaptığı gibi kötü bir şey yapmam; o sözler de
söylenir miydi?" gibi sözler sarf etmesine sebep olur ki, böyle bir tavır
sergilemek son derece zararlıdır. Dünya ve insanlık hâli bu, öyle bir gün gelir
ki, yerip kınadığımız kişinin başına gelenler bizim de başımıza gelebilir ve
gülünç duruma düşebiliriz. Bu sebeple ağzımızdan çıkacak söze dikkat etmeli,
büyük söz söylemekten kaçınmalıyız.