“A” Harfi – Atasözü Açıklamaları / 3
Aptal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince
yağ oldum sanır.
Kimi görgüsüz ve eğitimsiz kimseler bir rastlantı sonucu lâyık olmadıkları
önemli bir işin başına geçseler ya da bir mevki elde etseler, aptalca
davranmaya, o yerin adamı gibi görünmeye ve böbürlenmeye başlarlar. Dahası,
bunun kendi hakları olduğunu da ileri sürerler.
Aptal düğünden, çocuk oyundan usanmaz.
Kimi insanlar yaptıkları işten zevk duyarlar ve onu bırakmak istemezler; bu işi
sürekli olarak, tekrar tekrar yapmaktan da hiç bıkkınlık duymazlar.
Aptalın dostluğu köy görünceye kadar.
Çıkarı için yakınlık gösterip dostluk kuran kimse, beklediği yararı elde
ettikten, işini yürütecek başka yollar bulduktan sonra sizinle olan ilişkisini
keser.
Araba devrilince (teker kırılınca) yol gösteren çok olur.
İnsanlar her nedense her şey olup bittikten, işler bozulduktan, ortaya kötü bir
sonuç çıktıktan sonra "niçin böyle yaptın, şöyle yapsaydın, bu yolu tutmalıydın"
gibi sözler söylemeyi alışkanlık edinmişlerdir. Önemli olan yapma biçimindeki
yanlışlığı, tutulan yoldaki tehlikeyi önceden görmek ve uyarıda bulunmaktır.
Araba ile tavşan avlanmaz.
Hemen her iş ayrı bir araç, yol ve yöntemi gerekli kılar. Başarıya ulaşılmak
isteniyorsa o iş için uygun olanlar seçilmelidir. Eğer bunun dışına çıkılırsa
başarıdan söz edilemez.
Arabanın ön tekeri nereden geçerse arka tekeri de oradan geçer.
1. Büyükler nasıl bir davranış veya yaşayış yolu tutmuşlarsa çocuklar da onları
taklit eder, onların izinden gider. 2. Yönetenlerin tavır biçimi, zamanla
yönetilenlere geçer.
Ar dünyası değil kâr dünyası.
1. Yaptığı iş eğer namusuna dokunmuyor, onurunu zedelemiyorsa geçim için şu ya
da bu işi yapmalı insan; utanıp sıkılmadan para kazanmalıdır. 2. Kimi insanlar
vardır ki, namus ve onur denen değerleri bir tarafa fırlatmış, çıkar için her
türlü işi yapmaktadırlar.
Arı bal alacak çiçeği bilir.
Bazı kimseler, açıkgöz insanlar ve işinin uzmanı olanlar, çıkar
sağlayabilecekleri, kazanç elde edecekleri yerleri gayet iyi bilirler.
Arı, kızdıranı sokar.
Hiçbir insan durup dururken çoklukla birinin canını yakmaz. Kişi ancak kendisini
kızdırıp bunaltana, sataşıp ilişene, kötülük yapana karşı ister istemez eyleme
geçer; saldırır ve zarar verir.
Arık öküze bıçak çalınmaz.
Güçsüz, zayıf, kendisini zor ayakta tutan kimselerden yararlanmaya çalışmak,
onlara eziyet edip çile çektirmek doğru değildir; bu yiğitliğin ve insanlığın
şaşına yakışmaz.
Arpa eken buğday biçmez.
1. Kötü bir davranışta bulunan insan iyilik göremez. 2. Yapmaya çalıştığı işin
üzerinde lâyıkıyla durmayan ondan iyi sonuç alamaz.
Arsızın yüzüne tükürmüşler, "yağmur yağıyor" demiş.
Arsız insan kişiliğini, saygınlığını, utanma duygusunu yitirmiş insandır.
Dolayısıyla o ne kadar ağır hareket görse, söz işitse yine de aldırış etmez;
pişkinliğe vurup iyi bile karşılar.
Arslan yatağından (yattığı yerden) bellidir (belli olur).
İnsanların kişilikleri ile sürekli bulundukları yerler arasında bir özdeşlik
kurmak mümkündür. Bir kimsenin kişiliği çalıştığı iş yerinin niteliğinden; yatıp
kalktığı evin temizliğinden, düzeninden anlaşılır.
Asil azmaz, bal kokmaz (kokarsa yağ kokar, çünkü aslı ayrandır).
Kendine has özellikleri bulunan bir nesne ne denli biçim değiştirirse
değiştirsin, aslî özelliğini yitirmez. Bu durum insan için de söz konusudur.
Soylu bir aileden gelen insanlar ne denli büyük bir sarsıntı geçirirlerse
geçirsinler, bayağı bir duruma düşüp yozlaşmazlar; soyluluklarını yitirmezler.
Ama mayalarında kötülük, noksanlık bulunan kimseler için böyle bir şeyden söz
edilemez; onlar eninde sonunda bir açık verirler, olumsuz yanlarını dışa
vururlar.
Aslını inkâr eden (saklayan) haramzadedir.
Bir insan çarpık bir ailenin üyesi olabilir; yoksul, eğitim görmemiş kaba bir
aileden gelebilir. Bu durumunu birilerinden saklamak ve onlara karşı bir utanç
kaynağı olarak görmek son derece yanlıştır. Çünkü insan, böyle bir aileden
gelmekle değersiz olamaz. Kendisini değerli ya da değersiz kılmak kendi
elindedir. Böyle bir tavrı da ancak zayıf karakterli insanlar gösterebilir ya da
bu tavır ancak piçlere yaraşır.
Âşığa Bağdat sorulmaz (ırak değildir).
Kim ki bir şeyi elde etmek ister, ona taşkın bir kavuşma isteğiyle yanıp
tutuşur, o kimseye zor şartlar ağır gelmez; o, her türlü çabayı gösterir; her
türlü fedakârlığa katlanır.
Âşık âlemi kör, dört yanını duvar sanır.
Aşk duygusuyla dolup taşan kişi, bu derin sevginin etkisiyle ne yaptığını
bilemez; hoşa gitmeyecek davranışlarda bulunur, sanki bilincini kaybetmiş
gibidir; yapıp ettiklerini kimse bilmez, görmez ve söylediklerini kimse işitmez
sanır.
Aşını, eşini, işini bil.
Doğru, düzgün, sağlıklı, mutlu ve verimli bir hayat mı yaşamak istiyorsun? O
hâlde yiyeceğine dikkat et, temiz ve helâl ye. Eşini ve arkadaşını iyi seç,
kötülerden uzak dur. Bir iş edin, edindiğin işe sahip çık, onu lâyıkıyla yap.
Aş taşınca kepçeye paha olmaz.
Kimi değersiz görülen, bir kenara atılmış bulunan araçlar bir zaman gelir
gerekli olurlar; bir zararı önlemeye yararlar. İşte o zaman değerleri birden
bire artar, kıymet biçilemez olurlar.
At, adımına göre değil, adamına göre yürür.
Bir atın yürümesi ya da koşması, doğrudan sırtındaki binicisinin yönetimine
bağlıdır; binici ne isterse onu yapar; koşar, durur ya da yavaş gider. Bir işin
akışı da böyledir. İşin sonucu, verimli yahut verimsiz oluşu, o işi yapanın
bilgi, beceri çaba ve tutumuna bağlıdır.
Ata eyer gerek, eyere er gerek.
Çıplak ata binmek oldukça zordur. Ata binmeyi kolaylaştıran eyerdir. Ancak bu
yeterli değildir. Atın üzerinde oturacak kimse eyerin hakkını vermeli ve
başarılı olmalıdır. Bunu da ancak yiğit olan yapar. Bir iş için de durum bundan
farklı değildir. Yapılan işten verim alınmak isteniyorsa, önce işte kullanılacak
araçlar sağlanmalı; sonra da iş ve araçlar işini iyi bilen, bunları
kullanabilecek birine teslim edilmelidir.
Atanın (babanın) sanatı oğula mirastır.
Çocuklar küçük yaşlarda öncelikle babalarının yaptıkları işlerle ilgilenirler.
Babanın oğulla yakın ilişkisi, çocuğun giderek babasının yaptığı işi öğrenmesine
yol açar. Baba da bunun için özel bir çaba sarf etmişse, çocukta, bu işi öğrenme
yolu kalıcı olur. Büyüyünce kendisi de bu sanatla uğraşır, geçimini bu yolla
sağlamaya çalışır.
Atasını tanımayan Allah`ını tanımaz.
Ana-babaya değer vermek, onlara saygı-sevgi göstermek, onlara dar günlerinde
yardımcı olmak, onlara "öf" bile dememek Yüce Allah`ın buyruklarındandır. Bu
buyruklara itaat etmeyen, ana-babaya gerekli ilgiyi göstermeyen, onlara karşı
gelen bir kimse Allah`a da karşı geliyor demektir.
At binenin (iş bilenin), kılıç kuşananın.
1. Kim ki bir işi beceriyor, bir şeyi kullanıyor, bir şeyden gerektiği gibi
faydalanıyor, o şeye sahip olmalıdır; en uygunu, yakışanı da budur. 2. Kim ki
başkasının yararlanmadığı, yararlanmasını bilmediği bir şeyi elinde tutuyor ve
ondan yararlanıyorsa, o şey, mal sahibinden çok onun sayılır.
At binicisini tanır (bilir).
Emir altında çalışan kişi, kendisini yönetenin işten anlayıp anlamadığını, ne
isteyip istemediğini, hangi olay karşısında nasıl tavır takındığını bilir; işini
de ona göre yapar ve yürütür.
Ateş düştüğü yeri yakar.
Bir felâket ya da üzücü olay gerçek anlamda ona uğrayana, yalnızca ilgili
kimselere acı verir; onların yüreklerini yakar. Başkalarının, uzak kimselerin
duydukları acı, gösterdikleri üzüntü ise yüzeyseldir; kalıcı değil, gelip
geçicidir.
Ateşle barut bir yerde durmaz.
Bir arada bulunmaları çok tehlikeli görülen şeyler birbirinden uzak bir yerde
tutulmalıdırlar.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Bir olay ya da durumun varlığı, gerçekten ortada olup olmadığı, belirtisinin
görülmesiyle anlaşılacak bir şeydir. Eğer meydanda bir belirti varsa, olay veya
durum da var demektir.
Atılan ok geri dönmez.
Kimi zaman iyi düşünüp taşınmadan, olacakları hesaplamadan bazı eylemlere
girişir ve sonuçta pişman olur insan. O anda ilk durumuna dönmek ister ama bu
mümkün değildir. Çünkü olan olmuş, iş işten geçmiştir çoktan.
Atın bahtsızı arabaya düşer.
Kimi değerli, yetenekli ama talihsiz kimseler, kişiliklerine uymayan kötü ve
bayağı işlerde çalıştırılır; görevlere itilir.
Atın ölümü arpadan olsun.
Bir şeye tutkun olan, bir şeyin uzun süre yokluğunu çeken kimi kişiler,
kendilerine zarar vereceğini bile bile o şeyi kullanmaktan çekinmezler ve şöyle
düşünürler: "Sevdiğim şeye özlem duyarak yaşamaktansa, onu çokça (aşırı ölçüde)
kullanıp (yiyip) hasta olayım; hatta öleyim."
Atın ürkeği, yiğidin korkağı.
1. Yiğit de, at da doğacak bir tehlikeye karşı hep tetikte bulunmalı; uyanık
davranıp duyarlı olmalıdır. 2. Atın da, yiğidin de korkağından kaçınmalı;
onlardan hayır gelmez.
Atlar nallanırken kurbağa ayağını uzatmaz.
Meydanda olan şu ki, insana değer, nitelik ve kişiliğine göre davranılır; iş
verilir. Bu bakımdan kişi başkalarını ilgilendiren konularda ortaya
atılmamalıdır. Ayrıca, değersiz bir kimse de kıymetli ve nitelikli kişilere
gösterilen ilgiyi ne beklemeli, ne de ummalıdır.
Atlasa kıl yapışmaz.
Dürüst, temiz, kötülükten uzak, işinde başarılı kimseler hakkında söylenen
karalayıcı sözler, yapılan iftiralar havada kalır; boşuna söylenmiş olur, onlara
bu sözlerin mazarratı bulaşmaz.
At ölür, itlere bayram olur.
Kimi yararlı, kıymetli, şahsiyet sahibi kimselerin ölmesi; bulunduğu görevden
ayrılması ya da alınması kimi çıkarcı, kıskanç ve aşağılık kimselerin işine
gelir; onların sevinmesine yol açar.
At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.
Dünyadaki her canlı gibi at da ölümlüdür. Günü gelince o da bu dünyadan ayrılır.
Ama onun koştuğu, gezdiği meydan onunla gitmez; kendisinden sonrakilere kalır ve
onu hatırlatır. İnsan için de durum atınkinden farklı değildir. O da ölümlüdür.
Doğacak, yaşayacak ve ölecektir. Ne var ki, bu dünyadan ayrılırken bıraktığı
izler sürüp gidecektir. İnsanlar bu dünyada bu izleriyle anılacaklardır. Önemli
olan dünya hayatında iyi bir iz (nam) bırakmak ve rahmetle anılmaktır. Bu
bakımdan kişi daha yaşarken adını yaşatacak iyi işler yapmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, yaşarken iyi işler yapan, iyi eserler bırakan kişiler
öldükten sonra da unutulmazlar; onları tanıtan eserleriyle de gelecek kuşaklara
taşınırlar.
At sahibine (biniciye) göre eşer (kişner).
Yönetilen veya buyruk altında çalışan kişi, tutumunu ya da çalışmasını
yöneticisinin tavrına göre ayarlar. Bu sebeple yönetilen değil yöneten, çalışan
değil çalıştırıcı daha önemlidir.
At yiğidin yoldaşıdır.
Çok açık olarak bilinen bir şey ki, göçebe bir millet olan Türkler için at,
savaşta ya da barışta candan bir dosttur. Hemen her saati onunla geçer. At,
Türkler için soyluluğun, yiğitliğin, vefakârlığın, yararlılığın ve inceliğin bir
sembolüdür. Silâhsız er düşünülemediği gibi, atsız er de düşünülmemiştir.
Dolayısıyla at, Türk`ün edebiyatına girmiş ve önemli bir motif oluşturmuştur. At
hakkında şiir, menkıbe, masal, atasözü söylenmiş; risaleler kaleme alınmış,
âdeta ona insan gibi muamele edilmiştir.
Ava gelmez kuş olmaz, başa gelmez iş olmaz.
Uçsuz bucaksız gökyüzünde uçan, istediği yere ulaşabilen kuşlar bile avlanmak
tehlikesinden kurtulamazlar. Hele usta avcılar da varsa tehlike daha da artar.
İnsanlar da benzer biçimde tehlikelerden uzak değillerdir. Hiç ummadıkları
çeşitli felâketlerle karşılaşabilir, dert ve sıkıntılara düşebilirler. İnsan
kendini ne kadar güvenlik alanına çekmeye çalışırsa çalışsın dert, sıkıntı,
tehlike, kaza ve türlü işlerden yakasını kurtaramaz.
Ava giden avlanır.
Bir çıkar sağlamak için birilerine tuzak kuran, onları aldatan, onlara zarar
vermeye çalışan kimse, yapmaya çalıştığı kötülüğe kendisi düşer; zarara uğrar.
Av avlayanın, kemer bağlayanın.
Bir uğraş vererek bir şeyi ele geçiren kimse, onu hak eder; o, onundur. Doğrusu
ve yakışık alanı da budur. Aksini düşünmek yanlıştır. Bunun yanında, bir şey,
onu kullanmasını becerip faydalanmasını bilenindir.
Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar.
Kimi becerikli, iyi huylu kadınlar vardır ki, yoksulluk içinde bile olsa onlar
eve bir çeki düzen verir; temiz tutar, evi yaşanacak hâle getirirler; içten,
samimî davranışlarıyla yuvalarını mutlulukla doldururlar. Kimi kadınlar da
vardır ki, huysuzlukları, beceriksizlikleri, kötü davranışlarıyla ailenin
düzenini ve mutluluğunu bozarlar. Bolluk içinde bile olsalar, onların
tertipsizlikleri, düzensizlikleri, beceriksizlikleri yüzünden ailede huzur
kalmaz; onların bu tabiatları yüzünden aile kötüye gider, perişan olur ve
sonunda yıkılır.
Ayağa değmedik taş olmaz, başa gelmedik iş olmaz.
Hayat öyle pürüzsüz, gailesiz değildir. İnsanoğlu yaşadığı hayat süresince
çeşitli engeller, güçlükler ve olaylarla karşılaşır. Sıkıntılara, çeşitli
felâketlere uğrar. Kimi zaman tersi de olmaz değildir, rahata ve mutluluğa da
kavuşur.
Ayağını sıcak tut, başını serin; gönlünü ferah tut, düşünme derin.
Sağlıklı olmak, türlü hastalıklardan korunmak için ayağı sıcak, başı da serin
tutmak oldukça faydalıdır. Beden sağlığımızı düşündüğümüz gibi ruh sağlığımızı
da düşünmek zorundayız. Bunun için de her sorunu dert etmemeli, olur olmaz
şeylere üzülmemeliyiz; sabırlı ve geniş gönüllü olmalı, rahat hareket etmeliyiz.
Ayağını yorganına göre uzat.
Dengeli yaşamak isteyen insan mutlaka gelirini, giderine göre ayarlamalıdır.
Harcamalar geliri aşmamalı, imkânlar zorlanmamalıdır. Aksine bir hareket bütçeyi
sarsar, dengeyi bozar, insanı sıkıntıya sokup rahatsız eder.
Ayağı yürüten baştır.
Bedensel hareketlerimizin tümü beynin bulunduğu kafaya bağlıdır, kafaya göre bir
yön tutar ve gelişir. Bunun gibi bir işçinin verimli iş yapmasını, bir toplumun
dirlik düzenlik içinde yol tutmasını da başta bulunan yöneticiler sağlar.
Ayı görmeden bayram etme.
Müslümanlar Ramazan orucuna gökte hilâli (ay`ı) görünce başlarlar; oruç bitince,
yani bir ay sonra yine gökte hilâli görünce bayram ederler. Ayı görme işi de son
derece dikkat isteyen bir iştir. İnsanlar ayı görmeden nasıl bayram
yapamıyorlarsa, sen de bir iş gerçekleşmeden ona oldu gözü ile bakıp de sevinme;
dikkatli ol, ola ki bir sebep yüzünden iş gerçekleşmeyebilir, üzülebilirsin.
Ayıpsız yâr (dost) arayan, yârsız (dostsuz) kalır.
Hemen her şeyin, her insanın bir kusuru, bir eksiği vardır. Hatasız kul olmaz.
Dolayısıyla insanın mükemmel bir dost, arkadaş ve sevgili aramaya çalışması
boşunadır. Böyle bir dost bulamayacağı gibi, dostsuz kalması da mümkündür. Bu
bakımdan insan bir şey elde etmek, bir dost bulmak istiyorsa onları kusurları
ile kabul etmeye hazır olmalıdır.
Ay ışığında ceviz silkilmez.
Bir işten iyi, verimli bir sonuç alınmak isteniyorsa, o işin şartları da,
araçları da yeterli ve uygun olmalıdır. Aksi takdirde kötü bir sonuçla karşı
karşıya kalması mukadder olur.
Aza demişler: "Nereye?", "Çoğun yanına" demiş.
Çok, her
zaman azdan daha baskın çıkar. Bu bakımdan genellikle her şeyin azı, çoğa
boyun eğer; yahut az, çoğa uyar. Büyük sermaye, küçük sermayeye fırsat vermez;
onu idare eder. Bir toplumda çoğun oyu, azın oyunu geçersiz kılar; dolayısıyla
az oy sahipleri, çok oy sahiplerine uymak zorunda kalırlar.
Aza kanaat etmeyen çoğu hiç bulamaz.
Kim ki elindekinden hoşnut olmuyor, onu yeter bulmuyor, onunla yetinmiyor, daha
fazlasını istiyor ve onu hor görüp geri çeviriyorsa büyük bir hata işliyor
demektir. Çünkü çoklar, azların (küçük şeylerin) birikmesiyle meydana gelir.
Küçük şeylere sahip çıkmayan, onların birikmesiyle olmuş olan çoğu da kaybetmiş
sayılır.
Azıcık aşım, kaygısız (ağrısız) başım.
Aralıksız çalışarak, çeşitli sıkıntılara katlanarak, amansız zorluklara göğüs
gererek zenginlere özgü bir hayat yaşamaktansa, didişmelerden ve çekişmelerden
uzak, gösterişsiz ve sakin bir hayat sürmek daha yeğdir.
Az söyle, çok dinle.
Dinlemek, öğrenmenin güzel bir yoludur. Kulak vererek dinleyen insan pek çok şey
öğrenebilir. Oysa çok konuşan insanda yanılma payı (özellikle bilmediği
konularda) çok olur, hata yapma ihtimalî de artar. Ayrıca kişi yanlış ve çok
konuşmalarıyla çevresindekileri rahatsız da edebilir.
Az tamah çok ziyan getirir.
Elindekiyle yetinmeyen, daha fazlasını isteyen, isteklerine kavuşmak için
çeşitli yollara başvuran insan, bu tutumundan ötürü zarara uğrar. Çünkü aç
gözlülüğün sebebiyle ihtiyatsız davranmış ve tehlikenin içine düşmüştür. Bu gibi
kişiler kimi zaman ellerindekileri de kaybederler.
Az veren candan, çok veren maldan.
Varolalı beri insan, insanın yardımına ihtiyaç duymuştur. Bu bakımdan ihtiyaç
sahibine yardımda bulunmak bir insanlık görevi hâline gelmiştir. Kimi yoksul
kimseler birilerine yardım ya da armağan olarak bir şey verirlerse (küçük de
olsa) bu onlar için bir fedakârlıktır. Çünkü verdikleri şeyden kendilerinde de
yok denecek kadar az bulunmaktadır. Dolayısıyla yardımları ya da armağanları
yürekten, içten ve candandır. Bunun yanında zengin olanın yapacağı yardım,
fakirin yaptığı yardımdan daha fazla olabilir. Ancak bu onun için fedakârlık
sayılmaz. Çünkü ihtiyacından fazla olan malından vermiştir. Dolayısıyla verdiği
malın yoksulluğunu çekmiyordur o.